|
Masdar: 'Hayat ve Hatıratım'
Müellif: Dr. Rıza Nur
- cild 3, sahife 624
[[ Şimdi tuttuğumuz siyaset, elimizdeki düstur şudur: "Padişah, halife, hükûmet İstanbul'da düşmanlar elinde esirdir. Biz vekilleriyiz. Onları, dini, milleti, devleti kurtaracağız. Ey millet! Yunan gibi asırlardan beri kölemiz olan bir millete nasıl boyun eğeceksiniz? Bu millet buna dayanamaz. Gayrete geliniz. Din gayreti lazımdır."
Çünkü, bütün millet adeta istisnâsız Padişah'a muti, dine merbut; Padişah, din diyor, başka bir şey bilmiyor.
Harbden de yorulmuş, bitmiş, parasız, sefalette; bu haldeki bir milleti kolay kolay yeni bir harbe hazırlamak da mümkün değil. Bunun için Rumlar ile izzet-i nefislerini gıcıklıyoruz. "Bakkal Yorgi başınıza vali, mutasarrıf; taşcı Vasil jandarma zabıtı olacak, nasıl dayanacaksınız?" diyoruz. Hakikaten Türk buna tahammül edemiyor. Anadolu'dan bu esnadaki seyahatlerimde bizzat böyle propaganda yaparken, bu sözlerin herşeyden müessir olduğunu görüyordum. "Kur'an'ı" apdesthane kağıdı yapacaklar. Size şapka giydirecekler" diyorduk. Bu da pek müessir oluyordu. Talihe bak ki, şapkayı sonunda Mustafa Kemal'in eliyle giydiler. ]]
Masdar: 'Hayat ve Hatıratım'
Müellif: Dr. Rıza Nur
- cild 4, sahife 1315
[[ Halkta büyük bir inkisar oldu. Maneviyatı kırıldı. Gavur olduk zannettiler. Hükûmete diş biliyorlar. Bir gün harb olsa, bu millet gayretle harb etmez. Hem iktisadi müthiş bir zarar. Milyonlarca lira harice aktı, gitti. Bundan da yahudiler istifade ettiler. İtalya ve Fransa'da mevcut yeni ve eski şapkaları milyonla memlekete soktular. İki-üç frank kıymeti olan bu şapkalar, en aşağı on liraya (120 Franka) satıldı. Bunların çoğu zımpara kağıdı ile temizlenmiş şapkalardı.]]
İrfan Orga, 'Atatürk' isimli kitabının 265'inci sahifesinde şöyle diyor:
[[ Bu vesileyle ülkenin huzurunu tehdit eden büyük isyanlar ve karışıklıklar meydana geldi. Nihayet hükûmet sıkıyönetim ilan etti. Ülkenin her yanında fevkalade yetkili mahkemeler (İstiklal Mahkemeleri) kurdu. Bu mahkemeler, isyancıları öncekinden daha çok harekete sevketti. Halkın içinde mukavemet ruhunu körükleyen ve din duygularını ayakta tutan din adamlarından pek çok kimse idam edildi. Kurulan askeri mahkemeler, hiçbir sekilde müsamaha göstermiyor, acıma ve yumuşama nedir bilmiyordu. Mustafa Kemal böylelikle bütün planlarını uyguladı. Bu hususta hiç bir vasıtayı elden bırakmadı. İnkilaplarla alay edenleri bile idam ettirmekten çekinmedi. Böylece bir çok suçlu ve suçsuz kimse cezalandırılmış oldu. Halkın iradesini hiçe sayarak inkilapların yerleşmesi için ağır metodları uygulamaktan geri kalmadı.]]
Kemalist yazarlardan Şevket Süreyya kitabında şu hadiseyi anlatıyor:
[[ Aradan bir zaman geçti. Gene mahkemeye çağrıldık...
Mahkemeye çağrıldıgımız gün aynı yol nizamı tertiplendi. İstiklal Mahkemesinin iki katlı kerpiç binasına girdiğimiz zaman, evvela gene aynı sahanlıkta, aynı tahta sıralara oturtulduk. Yukarıda yine aynı hareketler, getirilenler, götürülenler vardı. Bir aralık üst sahanlığın başında aynı iri yapılı üye göründü. Fakat şimdi başında bir hasır şapka vardı. Mahkeme salonundan çıkarılan bir hükümlü grubunun merdivenlerden indirilmesine nezaret ediyor, bir sıra emirler veriyordu. Hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu. Müderrisin başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi. Suçu o sıralarda yayınlanan şapka Kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç bir takım ithamlarla da karışınca, mahkemeden en ağır hükmü yemişti. Artık son saatlerini yaşıyordu.
Hocanın yüzü sakindi. Metanetini muhafaza ediyordu. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba hocayı bir tekmeyle merdivenlerden aşağı yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Mahafızların arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken dudakları gene kımıldıyordu...]]
(Masdar: 'Suyu Arayan Adam', Şevket Süreyya Aydemir, sahife 374)
Benzer bir hadiseyi Dr. Rıza Nur hatıralarında şöyle anlatmaktadır:
[[ Bu iş aksulamellerde kalmadı. Sivas'ta, Erzurum'da, ötede beride halk şapka aleyhine kıyam etti. Derhal Kel Ali'nin riyasetinde bir İstiklal Mahkemesi dolaştırıldı. Epeyce adam astılar. Sayısını bilmiyoruz. Halk yıldı. İş bitti. Asılan bir hocaya pek acırım. Adını hatırlayamıyorum (yazar burda İskilipli Atıf Hoca'dan bahsediyor). Zavallı, kanundan evvel şapka aleyhine bir risale neşretmiş. Adamcağızı Ankara İstiklal Mahkemesine çektiler. "Ben bunu kanundan bir yıl evvel neşrettim. Maarif Vekaleti resmen izin verdi." dedi. Dinlemediler, astılar. Yahu, madem ki bu asılıyor, ona izin veren Maarif Vekilini de assanız ya ! Hem de mesele şapka kanunundan evvel. Kanunların mâkabline şumulu olmaz ve bu en mühim hukuki bir esastır. Burda daha feci birşey olmuş. Kel Ali bu esnada iktidarın baş celladı. Muavini de Kılıç Ali. Kel Ali fena adam değildir, cidden vatanperverdir, fakat câhil ve safderûn. Kılıç Ali ise melun, habis birşey. Onun bir merakı vardı: mahkûm ettiği adamların asılmasında da bulunurdu. Bu kanlı hünerini seyretmek ona zevk veriyordu. Herif mühim çingene imiş. Bu Hoca'nın asılmasında Hoca'nın boynuna ip geçirilirken, Kılıç Ali de başına bir şapka geçirmiş, "Giy domuz!" demiş ve küfürler etmiş. Zavallı böyle ölmüş ve böyle saatlerce teşhîr etmişler (teşhîr etmek = sergilemek). Şu kanlı Kılıç ne bayağı mahlûktur!]]
(Dr. Rıza Nur, 'Hayat ve Hatıratım', cild 4, sahife 1317)
|
|